Cumhurbaşkanı Erdoğan NATO Zirvesi için Brüksel’i Ziyaret Ederken Front Line Defenders İnsan Hakları Savunucularına Yönelik Muameleden Sorumlu Tutulması Çağrısında Bulunuyor
25 Mayıs'ta, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Brüksel'deki askeri ittifak zirvesine katılmak için diğer NATO ülkelerinin liderlerine katılacak. Front Line Defenders bu fırsatı, liderlere Türkiye'deki insan hakları ihlalinin devam ettiğini hatırlatmak için kullanıyor. Türk hükümetini ülkenin uluslararası insan hakları yükümlülüklerini yerine getirmeye ve insan hakları savunucularının (İHS) sistematik olarak hedef haline getirilmesini durdurma çağrısında bulunmaya çağırıyoruz.
Bu zirve, NATO liderlerinin ulusal ve uluslararası güvenliği güçlendirmeye yönelik stratejilerin yanı sıra, üyelerin ittifak içindeki sorumluluklarını tartışmaları için bir alan sağlayacağından, üyelere, Kuzey Atlantik Anlaşması'nın tarafların vatandaşlarının “özgürlüğünü koruma” taahhüdü verdiklerini ve “demokrasi, bireysel özgürlük ve hukukun üstünlüğü” ilkelerinin baz alınması gerektiğini hatırlatıyoruz. Bu ilkeler, son yıllarda özellikle 2016’da yaşanan başarısız darbe girişiminden sonra Türkiye'de büyük oranda eksik olan ilkelerdir. Barışın ve adil toplumların güvencesi olan İHS’ler, Erdoğan rejimi tarafından acımasızca hedef haline getirilmiş ve ulusal çıkarlara karşı tehdit olarak damgalanmıştır. Brüksel’e yaptığı ziyarette Cumhurbaşkanı Erdoğan, Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker ve Avrupa Konseyi Başkanı Donald Tusk ile de görüşecektir, her ikisi de İHS’lerin oynadıkları kilit rolünü vurgulamalı ve AB politikaları doğrultusunda korunmaları çağrısında bulunmalıdır.
Front Line Defenders, darbe girişiminin ardından Olağanüstü Hal Kanunlarının özellikle insan hakları çalışmalarına katılanların özgürlüğünü kısıtlamaya yönelik olarak kullanılmasına ilişkin endişe duymaktadır. Olağanüstü Hal bahanesiyle, Türk hükümeti her ikisi de temel insan hakları tedbirleriyle çatışan 689 ve 690 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameleri yürürlüğe koymuştur. İHS'lerin çalışmalarını sınırlayan bu kanunlar nedeniyle, genel olarak İHS’ler güvenlik güçlerinin faaliyetlerini izleme özgürlüğüne sahip olmadıkları için bu durum daha da fazla insan hakları ihlaline neden olmaktadır. Bu tür yasalar meşru güvenlik endişeleriyle de desteklenmemektedir.
Temmuz 2016'dan bu yana, güvenlik güçlerine, darbe girişimi ve / veya terörist gruplar olduğu iddia edilen grupların faaliyetlerine karıştığından şüphelenilen kişileri alıkoymak ve keyfi olarak tutmak için kapsamlı yetkiler verildi. İHS'ler bu taramalarda sıklıkla hedef alınmakta ve insan hakları ihlallerine dikkat çeken çalışmaları, “hükümete karşı muhalefetlerinin” “kanıtı” olarak kullanılmaktadır. Bu tür şüpheliler, haklarında soruşturma yapılmadan kamu hizmetinden çıkarılmakta, yargısal denetim olmaksızın mallarına el konulmakta ve haklarında uydurma ve asılsız suçlamalara dayalı cezai kovuşturmalar başlatılmaktadır. Kamu sektörü, medya, eğitim ve kültür kurumları, hukuk sistemi, kolluk kuvvetleri ve ordudan on binlerce çalışan görevlerinden ihraç edildi ve bağımsız ve eleştirel gazeteciler, haber ajansları, sivil ve politik aktivistler, sendikacılar, öğrenciler ve insan hakları savunucuları da dahil olmak üzere, suç işlediklerine veya terör örgütleri ve hareketleri ile bağlantılı oldukları iddialarına dair kanıt bulunmamasına rağmen, yargısal taciz ve baskıya maruz kalmaya devam ediyorlar.
Olağanüstü hal kanunlarının kullanılması yoluyla, hükümet gösterilere tamamen yasak getirdi ve polis protestoculara karşı aşırı güç kullandı, binlerce kişi hakkında yasal işlem başlatıldı. Üç yüzden fazla bağımsız insan hakları ve insani yardım kuruluşunun yanı sıra yüzlerce bağımsız medya kuruluşu Devlet tarafından yasaklandı ya da araştırmacı gazeteciler de dahil olmak üzere haklarında “terörizm propagandası”, “Cumhurbaşkanına hakaret” veya “devlet sırlarını ifşa etmek” suçlamalarından suç duyurularında bulundu. Terörle mücadele adına, ifade özgürlüğü hakkı ciddi şekilde kısıtlandı ve devlet sıkı kontroller uyguladı. Yetkililer, oto sansüre yol açan uygulamalarla medya kuruluşlarını taciz etti, engelledi ve ele geçirdi. Bağımsız gazeteciler de saldırıya maruz kaldı.
Darbe girişimi öncesinde de, Türk makamları medeni hakları kısıtlamak için adımlar atmıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, yargının bağımsızlığını devletin kontrolü altına alarak sınırlandırdı. 23 Haziran 2016 tarihinde yürürlüğe giren 6722 sayılı Kanun uyarınca, kolluk kuvvetlerinin bağımsız bir gözlem yapılmasına izin verilmeyen bölgelerde terörle mücadele operasyonları sırasında işledikleri suistimallere ilişkin kovuşturmalardan muaf tutularak cezasız kaldı. Hükümetin Kürt toplumuna yönelik baskıcı politikalarını eleştiren ve dini, kültürel, cinsel veya kadın hakları ya da sendikal haklar dahil olmak üzere azınlıkların haklarını savunan ve koruyanlar; çeşitli misillemelere, ayrımcılık ve saldırılara maruz kalmaya devam ediyorlar. İfade, örgütlenme ve toplanma özgürlüğü hakları, yetkililer tarafından rutin olarak ihlal ediliyor. Yetkililer, Ocak 2016'dan itibaren ülkenin Güneydoğusu’ndaki Kürt bölgelerinde sokağa çıkma yasaklarını ve zulmü kınayan bir bildiriyi imzalayan ve hükümeti sokağa çıkma yasaklarını kaldırmaya ve sürdürülebilir bir barış süreci için çözüm üretmeye çağıran bir grup akademisyene karşı harekete geçti. Şu anda bu kişilere “terör propagandası” ya da “Türk milletini aşağılamak” suçlamalarıyla zulüm ediliyor ve geniş çaplı bir karalamaya maruz kalıyorlar. Darbe girişiminden bu yana yüzlerce akademisyen görevlerinden uzaklaştırıldı, taciz edildi, diğer bir deyişle haklarından mahrum bırakıldı. Ayrıca, İHS'lere ve terörizmle suçlanan kişilere hukuki yardım sağlayan avukatlar da çalışmalarını gerçekleştirirken çok büyük engellerle karşılaşıyor ve muhtemel tutuklama, gözaltı ve kovuşturmalara tabi tutuluyorlar.
Front Line Defenders, yukarıdaki önlemlerin Türk hükümeti tarafından Erdoğan rejimini eleştiren herkesi susturmak için kullanıldığına inanmaktadır. Bu durum, zaruri olarak dünyaya gerçekleşen hak ihlallerini duyurarak etkili olan İHS'leri de kapsamaktadır. Bu tür önlemler hukukun üstünlüğü ile bağdaşmaz ve meşru bir amaca sahip değildir. Cumhurbaşkanı Erdoğan, İHS’leri susturmak ve siyasi muhalefeti boğmakla Türkiye'nin barış ve güvenlik durumuna dönüşünü aktif olarak baltalamaktadır.
Front Line Defenders, NATO liderlerini, Türk hükümetini; ittifak mensuplarının uyguladığı insan hakları, hukukun üstünlüğü ve demokrasi standartlarını korumaya ve Türkiye’yi harekete geçmeye sevk etmeye çağırıyor:
1) Türkiye'de yalnızca barışçıl ve meşru insan hakları faaliyetlerinin yanı sıra ifade özgürlüklerini kullandıkları için hapsedilen veya tutuklanan tüm İHS, gazeteci ve avukatları, derhal ve koşulsuz olarak serbest bırakmak üzere gerekli bütün önlemlerin alınmasının yanı sıra; derhal fiziksel ve psikolojik güvenlik ve bütünlüklerinin sağlanması ve garanti altına alınması;
2) Türkiye'deki tm İHS’lere karşı tüm gözetleme ve taciz biçimlerinin sona erdirilmesi;
3) İHS'lere, gazetecilere ve avukatlara karşı şiddet içeren saldırılar, tehditler ve diğer tüm müdahale ve taciz olaylarına karşı derhal, eksiksiz, tarafsız ve şeffaf soruşturmalar yürütülmesi ve onlara yönelik ihlallerin cezasız kalmasına izin verilmemesinin sağlanması;
4) Hükümet yetkililerinin veya kamuda tanınmış kişilerin İHS, gazeteci ve avukatların meşru çalışmalarını damgalayan açıklama veya beyanda bulunmamasını sağlamak için gerekli tedbirlerin alınması;
5) Sivil toplumla işbirliği içinde, ifade özgürlüğü, örgütlenme ve toplanma özgürlüğünü gereğinden fazla kısıtlayan ve İHS'lerin, gazetecilerin, avukatların meşru insan hakları faaliyetlerini suça indirgeyen tüm mevzuatın değiştirilmesi veya yürürlükten kaldırılması ve mevcut yasal sistemi uluslararası insan hakları hukuku standartlarına tam olarak uygun hale getirilmesi;
6) Şubat 2014'te Türkiye tarafından kabul edilen İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi İhlallerini Önleme Eylem Planı doğrultusunda terörizm ve suç örgütüne üyelik suçlamalarıyla ilgili tanımların gözden geçirilmesinin yanı sıra Tanımın kapsamını daraltarak ve bir orantılılık kriteri getirerek, Avrupa standartlarına uygun olarak terörizmle ilgili mevzuat ve uygulamaların gözden geçirilmesi. Terörle mücadelede devlet girişimlerinin insan haklarına uygun olması ve hukukun üstünlüğü içinde kalması gerektiğinin altı çizilmelidir;
7) BM Özel İnsan Hakları Savunucuları Raportörü'ne davetin tekrarlanması.
___________________________________________________________________
1) Mart 2017’de Venedik Komisyonu, Türkiye’deki yasama değişiklikleriyle ilgili olarak “Hükümet’in olağanüstü yetkilerini çok kapsamlı olarak yorumladı ve Türk Anayasası’nın uluslararası hukukun izin verdiği ölçünün ötesine geçen önlemler aldığını” belirtti.